22 Kasım 2017 Çarşamba

Gitme - Selvi Atıcı Kitap Yorumu

Nefret ve aşk arasındaki mesafe ne kadardır?
Kilometrelerce mi?
Belki bir adım kadar yakındırlar birbirlerine?
Belki de aralarında zerre kadar dahi uzaklık yoktur. Üstelik birbirlerine dönüşmeleri öyle hızlı gerçekleşir ki, hiçbir kalp nasıl sevdiğinden bir anda nefret ettiğini, sonra onu yeniden nasıl sevdiğini anlayamaz.

Sırılsıklam âşık olan bir kadın…
Tek gecelik ilişkilerin adamı olan bir erkek…
Ve geçirilen tek geceden sonra birbirinden nefret eden ya da belki tamamen âşık olan iki insan...
Gerçekte hissettikleri şeyin ne olduğunu keşfetmeleri ise hiç kolay değil…

Gitme, aşkın ve nefretin sınırlarında gezinmenize neden olacak.



Gitme de benim küçük rastlantılar sonucu ve çok bir şey beklemeden okumaya başladığım bir kitaptı. Ama bu düşünce daha ilk sayfalarda tamamen değişti. Selvi Atcı gibi şahane bir yazarı da bu kitap sayesinde tanımış oldum. Arkadaşlar ben bu kitabı dönüp dönüp kaç kere okuduğumu hiç bilmiyorum. Süper ötesi bir kurgu, muhteşem diyaloglar ve yazarın nefetten aşka dönüşen  mirzanın duygularını o kadar güzel yazması her şeyiyle çok güzel bir 
roman. 
    Bu romanını okuduktan sonra diğerlerini de kaçırmadan okudum tabi. Ama yazarın hiçbir romanı bende gitmenin tahtını şimdiye kadar sarsamadı.
     Hayat, İstanbul'da ziraat mühendisliği okuyan Adanalı bir ailenin kızı ve tabi Tunçla platonik aşk yaşıyor. Sırf onu görebilmek için onun gittiği mekanları geziyor ve onu yine görebilmek için yaz okuluna bilerek ders bile bırakıyor. Tabi ki Tunç bunun hiç farkında değil. O kimseyi kaybetme acısını yaşamamak için hiç kimseyi sevememeye ve varlıklarına alışmamaya kararlı bir insan. Ailesinden ayrı tek başına yaşayan, babasının devrettiği işleri zamanla büyüten fazla akıllı biri. Bu
 ikilinin yolu bir gece Hayat'ın beklemediği bir anda kesişir. Tabi bu birliktelikten iki gencin ailelerininde haberi olunca (biraz hayatın babasının üstelemesiyle ve Tunç'un babasının ağırlığını koymasıyla) Hayat ve Tunç bir anda kendilerini evli bulurlar. Eeee tabi asıl hikaye bundan sonra başlar. Tunç'un asabi hallerine sinir oldum, yavrum hayat çekmediği kalmadı garibimin.
      Hep düşünürüm böyle güzel kitaplar film olsa, Allah yeni incir reçelleri kazanır türk sineması. Tabi hiçbir film ya da dizi okunan güzel bir kitabın yerini tutamaz.
10/10


"Kaşımı patlattın!"
"Üzgünüm. Başını hedef almıştım."


"Burnun aktığında burnunu silmek istiyorum. Ayakların ağırlığında ovmak istiyorum.Seni ilgiye boğmak şımartmak istiyorum. Sana hediyeler almak, imkanım neyi el veriyorsa ayaklarına sermek, her sözünü emir kabul etmek istiyorum. Sarılmak o farklı kokunu içine çekme Benim için bana gülümsemeni istiyorum, bana bakmanı! Aşkıma karşılık vermeni istiyorum.Bana aşık olmanı istiyorum. Benim seni sevdiğim gibi beni sevmeni istiyorum. Kalbimi 
istiyorum."



   

Ve son bir şey daha o günlerde bu kitabın tam ortasında aşağıdaki şarkı denk gelmişti. Ya bir şarkı bir çifti bu kadar mı güzel anlatır. Halen daha ne zaman dinlemesem hayat ve mirzanın hikayesi gelir aklıma. Esenle kalın sevgili dostlar...

20 Kasım 2017 Pazartesi

Gözlerinin Esareti - Jennifer Royce Kitap Yorumu


  Sevgiye aç bir kadınla...Küçüklüğünden beri aradığı sevgiyi bulamayan Keira Destina'nın tek bir dileği vardı; kendisini gerçekten sevecek bir kalp. Babası tarafından sürekli hoş görülüp, sevgisiz ve korumasız bir hayat süren Keira, şeytanla yaptığı anlaşma sonucu Karanlıklar Lordu'nu öldürmeye kalkıştığında, hayatının altüst olacağından habersizdi. Herkesin, önünde korkuyla titrediği Karanlıklar Lordu tarafından esir alınan genç kız için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.Kalbi buz tutmuş bir adam...Karanlıklar Lordu Kayran için, bu namı almak hiç de kolay olmamıştı. Katıldığı tüm savaşlardan galibiyetle ayrılmış, düşmanlarının korkulu rüyası haline gelmişti. Karanlık ruhunun bir tek savaş meydanlarında ışığa kavuştuğuna inanan bu adam, bir gece çadırına gizlice sızan, asil ama hırçın bir güzelin ölümcül saldırısından kendisini korumak isterken, onu bekleyen sürprizin farkında değildi. Gözlerine ilk baktığı an, bu kızın tanıdığı tüm kadınlardan farklı olduğunu anlamıştı. Genç kızın öfkesinin ve cazibesinin ateşi Kayran'ın buz tutmuş, karanlıklar içindeki kalbini sarmıştı. Genç adam için artık tek bir gerçek vardı: bu asi güzel ona ait olmalıydı!
 Jennifer Royce'un  Türk olduğunu öğrendiğimde baya bir şaşırmıştım. Bizim Türk yazarlarımız çoğu yabancı tarihi aşk romanı yazarlarına göre onlarca kat iyi yazıyor tarihi aşk romanlarını onu anladım. Rita Hunter ve Jennifer Royce  bu işi o kadar profesyonelce yapıyorlar ki yabancı yazarlara bu türü türk yazarlarında yazabileceğini kanıtlıyorlar adeta. Roman  ne sadece keira ve kayra üzerine kurgulanmanmış ne de bir olay üzerinden gidiyor. Kitapta fazlaca karakter mevcut. Tarihi mini dizi kıvamında, içinde aşk ve entrika da mevcut olan bir roman. 
     Gözlerinin esareti 'nin içeriğine girecek olursak, Karanlık lordu kayran 1067 yılının ispanyasında savaş patlak vermeden önce bir gece çadırında yatarken, muhafızlarından sıvışmayı başarmış bir gölge kayranın çadırına başında miğfer ve asker kıyafetlerinle elindeki kılıçla kayranı öldürmek için yatağının başında dikilir. Kayran bu düşman askerini kolaylıkla etkisiz hale getirip kafasındaki miğferi bir çırpıda çıkarır. Ama miğferin içinde genç bir asker yüzü görmeyi beklerken, karşısında gözlerine ilk anda vurulduğu, alev saçlı bir güzel belirir karşısında. Keira ise küçüklüğünden beri babasının (sonradan öğrenecek ki üvey babasının) elinden fiziksel şiddet görmese de piskolojik şiddete maruz kalmış bir kız. O pislik adam bir gün keriayı kılınç kullanırken gördüğünde onu başından atmak için eline bundan iyi fırsat geçmeyeceğinin farkına varır. Keiraya karanlıklar lordunun öldürmeyi ve karşılığında ona istediği sevgi ve saygıyı göstereceğini söyler. Bizim saf kızımız tabi ki gider. Kayranın eline esir düştükten sonra sürü kaçma ve onu öldürme çabaları sonuçsuz kalır.  
     Üvey babasından nefret ettim. Beni başından sonuna kadar içine çeken ve hiçbir bölümünde sıkmayan bir kitaptı. Ben tavsiye ederim konusunu ve gidiş hattını diğer romanlarınkinden baya farklı buldum. Severek okuyacağınız güzel bir kitap eğer daha okumadıysınız sizleri bekliyor...
      10/8



"Belki de, cennetten kavulan şeytanın bir melek olduğunu unutmaması için, Tanrı seni bana bir hediye olarak vermiştir."
"Benim ruhumu da karanlık günahlarınla yak diye mi? Tanrı'ya isyan etmedim, iyi bir kul olmaya çalıştım.Neden böyle cezalandırılıyorum?"
"Kirli ve karanlık bir ruhu kurtararak kazanacağn cenneti hayal et.Belkide dünyaya gönderilme amacın budur."
"Tanrı şeytanı cennetten kovdu ve ben de yeniden cennete gitmesi için yardım mı edeceğim? Teşekkürler ama kalsın.Cennet her zaman şeytan olmadan daha huzurlu olacak."






13 Kasım 2017 Pazartesi

Bana Sevmeyi Anlat - Müjde Aklanoğlu Kitap Yorumu


 "Rüzgâr Esme'yi öğrenecek"
Karanlıktan çıkıp aydınlığa kavuşmanın, cehennemin buz tutup cennetin var oluşuna tanık olun…Sevgisiz bir adamın merhametsiz yüreğine, ilmek ilmek aşkın dokunmasını keşfedin! Tutkunun nefretle savaşını, intikamın aşka yenilişini okuyun…Rüzgar'ın tatlı bir sevdayı kuşanıp, mutlu bir meltemle Esme'sine eşlik edin. Onların aşk şarkısını birlikte söyleyin… O hiç istemese de karanlığın içinde doğdu. Babasının, kara vicdanının ve geçmişinin pis izlerini silmeye çalışarak yaşamayı seçti. Başardı da… Ta ki, kader onun elinden en değer verdiği varlığı alıp, içinde yeşerttiği son insaf kırıntısını da yok edene kadar…
İşlemediği bir suçun müebbet yiyen sanığı olarak, vicdansız bir kalpte hapsedilmesine karar verildi! Acılarla sınanıp, vicdanla temizlenip, aşkla yüceltilmesine…Esme karşısında gördüğü kopkoyu zindan gibi karagözlerin içinde kendini kaybederken, vicdanı tipsiz bir kuyuya dönüşmüş Rüzgar'ın ışığı olabilecek mi? Peki, ya Rüzgâr! Sevmeyi, sevilmeyi; en önemlisi de Esme'yi öğrenebilecek mi? Tutkulu bir aşkın hüküm sürdüğü bu roman ellerinizi yakacak, yüreklerinizi fethedecek...

    Öncelikle neresinden başlasam nasıl başlasam, yani sıkaca kitap beni kendine bağımlı kıldı. Ne zaman aldığımı bile hatırlamıyordum belkide 3 sene olmuştur. Moralimin diplerde olduğu bir şubat akşamı başladım esmeyle rüzgarın hikayesine. Kitabın sıkıldığım tek bir bölümü bile yoktur. Ya feci derecede, dehşetül vahşet bir romandı. Müjde Alanoğlu'nun diğer kitaplarını da araştırdım bu romanı okuduktan sonra. Müjde Aklanoğlu'nun hangi romanını okusam hayran kadım. Müjde yazsın ben yataktan çıkmadan okuyım modundayım.
      Kitabın içeriğine gelirsek, esmeyi abisinin sebeb olduğu bir olaydan ötürü rüzgarla evlendiriyorlar abisi ve babası. Tabi hırçın kızımız esmenin evlendiği oğlanda deli mi deli, piskopat mı piskopat, yakışıklı mı yakışıklı, yaralı mı yaralı, mafyalı mı mafyalı... Allahım rüzgar ona asibileştikçe esmede onu kışkırttıkça olanlar oluyor tabi daha ilk karşılaşmalarında. Sonra esme daha temkinli davranıyor çekiniyor rüzgardan. Esmenin annesinden ayrı kalmasına, babasınla abisinden nefret etmesine bir güzel oturup ağlamıştım kitabı okurken. Başta birbirlerine o kadar kin ve nefret doluydular ki zamanla rüzgar bir nebze yumuşasa da esmenin yumuşaması Allah selamet versin çocuğun burnundan geldi. Hele ki ikilinin mesajlaşma sahneleri ve birde karşı takımlarda rakip olup futbol oynadıkları sahneler var ki gül gül bir hal oldum. 
     Çok fazla derine girmeden şöyle bir üstten geçtim ki heycanı kaçmasın. Ama mutlaka okuyun derim. Bu kitap bana o zamanlar o kadar iyi gelmişti ki depresyondan çıkarmıştı beni resmen. 594 sayfa olduğunu görüpte korkmayın sakın bir çırpıda bitiyor evelallah :)
                                                                                                                    10/10

"Bazen...Bazen kafamı karıştırıyorsun"
"Emin ol senin kadar değil."


"Sesin düzeldiğine göre, hala neden mesajla konuşuyoruz anlamadım! Şu lanet olasıca telefonu aç, sinirleniyorum artık. Beni kızdırmaktan zevk mi alıyorsun. Özledim sesini!"

"Evet,böyle çok iyi, sesini duyunca sinirlerim kaldırmıyor. O zaman da hasta masta demiyorum biliyorsun? Sen zaten haberlerini her bir yanımı saran ordundan alıyorsundur. Bilseydim yazmamı istemediğini yazmazdım. Neyse boşver iyi akşamlar sana..."

"Esme saçmalama! Konuşmuyorsun bari mesajlarıma cevap yaz. Sana istemediğimi söylemedim. sadece sesini duymak istediğimi söyledim.Bazen çocuklaşıyorsun farkındasın değil mi? "




10 Kasım 2017 Cuma

Hırsız ve Güzel Kitap Yorumu


 Dorian Blackwell, Ben More’un Blackheart’ı, acımasızdı.Taş yürekli Dorian, Londra’nın en zengin,önemli adamlarından biriydi ve kendisine haksızlık edenlerden intikam almaktan çekinmezdi. İstediğini elde etmek için ölümüne savaşırdı. Güzel, masum ve dul olan Farah Leigh Mackenzie de buna dahildi. Çok geçmeden Dorian güzel kadını kendi malikânesine kaçırmıştı. Tek sorun, hayatını tehlikeye atabilecek önemli bir sır taşıyan Farah’nın kendini kukla gibi oynattırmamasıydı. Onu güvende tutmanın tek yolu Dorian’ın tutsağı olmaktan geçiyordu. Dorian ise inanılmaz bir teklifte bulunmuştu: Onu koruma altına almak için Farah ile evlenecekti fakat karşılığında Dorian’ın düşmanlarını alt etmek için sırrını kullanmayı kabul edecekti. Ben More’un Bleackheart’ının hesaba katmadığı bir şey vardı, o da Farah’nın aralarında uyandıracağı ve ikisini de esir edecek tutku. Kaçırdığı kadının, çoktan yitip gitmiş olduğunu düşündüğü kalbine dokunabilecek tek kadın olması mümkün müydü?

Şu aralar hangi kitabı okumaya başlasam sıkılıp bırakıyorum. Hırsız ve güzeli de ne ara aldığımı bile hatırlamıyorum bir ara almışım ama iyi ki almışım. Yazarın bu yayınlanan ilk kitabı ülkemizde araştırdığım kadarıyla. Ya ben senelerdir bu kadar farklı konulu, böyle güzel, karakterlerin diyaloglarının bu kadar zekice yazıldığı ve çevrildiği bir roman okuduğumu hatırlamıyorum. BA-YIL-DIMMMMMM. 

Yazarı ve çevireni bulsam sevgiden boğabilirim. Ve çevirmene gelirsek, bence tüm çevirmenler bige turan gibi olmalı diyorum. Buradan yayın evine de sesleniyorum lütfen elinizi çabuk tutun bu kadının tüm romanlarını okumak istiyorum. Romana gece yarısı başlamıştım ve sabah oldu, güneş tepeye çıktı ve ben Hırsız ve Güzel bitesiye kadar elimden bırakıp hiç bir şey yapamadım. 
    İçeriğine gelirsek, roman önce onyedi yıl önceki olayları anlatıyor. Fazla derine girmeden anlatıyım. İki küçük çocuğun birbirlerine tutunuşunu ve yetimhanenin o zamanki acımasızlıklarından, birbirlerine sığınmalarını ve yakınlaşmalarını anlatıyor. Bir dizi olaylar sonucunda bu iki çocuk birbirlerinden ayrılıyorlar. Ama farah douganı hiç mi unutamıyor. Yıllar geçince herkese müzmin bir dul olarak kendini tanıtıp, katiplik yapıyor. Tabi kızımız yirmi sekiz yaşında olsa bile etrafında erkekler pervane. Birgün işyerinde Ben More’un Blackheart’ıyla karşılaşıyor. Yıllar sonra farah ilk defa bir erkekten bu kadar etkileniyor tabi Ben More’un Blackheart’ı da farahtan aynı ölçüde etkileniyor. Dorian bildiğiniz yeraltı dünyasının o zamanların en güçlü mafyası. Polisler dorianı bir türlü tutuklayacak suçunu yakalayamıyorlar. 
      Bir gece ansızın Ben More’un Blackheart’ı farahı kaçırıp sonra bayıltıp sonrada Ben More'a kaçırıyor. Tabi burada dorian farahla belirli durumlardan ötürü evlenmek istiyor. Farahta az mı, koskoca Ben More’un Blackheart’ına kendini ezdirir mi bir şartla seninle evlenirim diye tutturuyor eeee o şartı da kitapta okuyup öğrenin artık.
    Uzun lafın kısası öyle güzel atışmaları var ki ikilinin keşke 1000 sayfalık bir kitap olsaydı da ben dorian ve faraha doysaydım.

                                                                         10/10
Yüzündeki kayıtsız ifadeyi korumakla güçlük çekerek yavaşladı ve botlarını yere mıhlayıp bir adım daha atmadı. Böyle durumlarda kontrolünü kaybedenler için söylenen bir deyim yokmuydu? Ateşe uçan pervane mi? Güneşe yakın uçan bilmem ne mi?


"Tabii. Mesela Highland'deki gizli kalende sır gibi sakladığın, egzotik cariyelerden oluşan bir hareme rastlamadım" Tanrıya çok şükür dedi içinden.
"Onları burada mı tuttuğumu mu sanıyorlar?" 
"Tam da anlatıkları o hain kötü adamsın!"Farah sinirden peçetesini ona fırlattı.  
Dorian peçeteyi yakaladı."Beni sevmiyorsun zaten" dedi hafifçe."Ne fark eder?"











Sen benim kanımdansın, benim kemiğimdensin.
Sana bedenimi veriyorum, ikimiz bir olalım diye.
Sana ruhumu veriyorum, ölene dek beraber olalım diye.

7 Kasım 2017 Salı

Ruhun Ateşi - Rita Hunter Kitap Yorumu


    Sevgi dolu bir ailede büyüyen Sophie'nin huzur, zenginlik ve bolca sıradanlıkla geçen hayatındaki tek renk, seneler önce bir kazada ailesini kaybeden kuzeni Liliana'ydı.Ailesine katıldığı ilk günden itibaren anne ve babasının sevgisi de dahil ona ait her şey üzerinde sinsice hak iddia eden kuzenini kabullendiğini sanıyordu Sophie. Hatta Liliana baş döndüren güzelliğiyle ilk aşkını elinden aldığında bile bu kabulleniş elini kolunu bağlamıştı, çünkü babasına Liliana'ya asla kızmayacağına ve onu seveceğine dair söz vermişti.Ancak sabrının da sınırları vardı ve bir gün o sınırlar küçük bir olayla ortadan kalktığında Sophie'nin aklındaki tek şey kuzeninin meydan okuyuşuydu.İlgimi hak eden erkeği bulduğumda onu baştan çıkarmayı dene... Tabii becerebilirsen...demişti kuzeni. Eh madem istediği buydu...Leighton Kontu Brendan Blackmore... Kibirli, buz gibi ve ulaşılmaz bir soyluydu. 
     İnsanda merak, heyecan ve nefret uyandıran onca meziyete sahip bu adamın ilgisini çekmek göründüğünden çok daha zordu. Üstelik o ve Liliana birbirlerinden fazlasıyla hoşlanıyorlardı. Ancak Sophie kararlılığının önüne hiçbir kuvvetin çıkmasına izin veremezdi, çünkü Liliana başına gelecekleri çoktan hak etmişti. Üstelik Brendan Blackmore'u her gördüğünde hissettiği kalp çarpıntısı ve umutsuz arzu başka hiçbir teşvike yer bırakmayacak kadar güçlü ama bir o kadar da ürkütücüydü.Sophie'ye göre Brendan'a dokunmak buzla yanmaktı ve Sophie yanmak istiyordu. İkisini bir araya getiren skandal, onları artık geri dönüşü olmayan bir yola soktuğunda Sophie ya pes edecek ya da imkânsız gibi görünse de mutluluk için sonuna kadar direnecekti

Kendileri ateş serisinin ikicinci kitabı olurlar. Ne demişler zevkler ve renkler tartışılmaz. O kadar çok sıkıcı, duruğan ve olaydan yoksun diye olumsuz yorumlar okudum ki bu kitaba karşı, istemeden de olsa bir ön yargı oluşmuştu. Halt etmiş onlar diyorum. Zeynep Avcının en en bi sevdiğim kitabıdır ruhun ateşi. Hiçbir romanda sophie kadar masum ve komik bir kız görmedim. Kitabı canımın çok fazla sıkkın olduğu bir akşam internet üzerinden indirerek okumuştum. Sonrasında resmen kitaba aşık olmuş evden dışarı çıkmadan, gece gündüz uyumadan bu kitabı bitirmiş, sonrasında da kitabı gidip yazara haksızlık olmasın diye satın almıştım siz düşünün ne kadar beğendiğimi. 

   Sophie'nın kuzeni bir kaza sonucu annesiz babasız kalınca onların evine yerleşir ve tüm art niyetiyle sophieyaya çektirmeye başlar. Kitabı okurken gerçekten bir ara o cadaloz kızın tiftik kafasını yolmak geldi içimden. Birde sophienin sevgilisini alır elinden ve "ilgimi hak eden erkeği bulduğumda onu baştan çıkarmayı dene... Tabii becerebilirsen..." diye kışkırtır saf kızımızı. Lily Brendan ile tanışınca, e Sophie da Brendan da hoşlanmaya başlayınca, kızımız kendince Brendanın ilgisini çekmek ister ama nerde. Buz gibi kendisine karşı soğuk bir adamla karşı karşıyadır. Sophie da göze göz, dişe diş, kana kan, kalbe aşk diyerek brendanın üzerine tam anlamıyla atıyor kendisini. 
   Ben brendan kadar soğuk, odun daha sıralardım da neyse bir karakter daha okumamıştım. Kızımız istediği skandalı yaratamamasıyla, kaynanası duruma bir güzel el koyup oğlunun elini kolunu bağladı. Evlendiklerinden sonra bile  Lily ortalığı hep bir şekilde karıştırmayı başardı. Okuyunda görün gari. Ama kesinlikle okumadan geçmeyin. Bu kitap bir şekilde kalbinize dokunmasının bir yolunu bulacaktır...  

10/10                          


"Aptal kalbine bir can suyu daha... Daha bir gün önce boş yere umut etmeyeceğini söylemişti kendisine. Umut ederek beklemekten yorulmuştu. Başını önüne eğip kırkgnlıkla ellerine baktı. Neden Brendan'ın kalbine giden yolun tarifini vermeye başlayınca başını yana eğip sahibinin komutlarını bekleyen uysal köpekler gibi davranıyordu ki? Başını kaldırıp kocasının olduğu tarafa bakınca kalbi tekledi. Liliana'nın eli onun koluna değiyordu... O ise durumu kabullenmiş ve kuzeninin sözlerine dikkatini vermişti. Mide bulandıracak kadar hoş bir çift olmuşlardı."




16 Ekim 2017 Pazartesi

Gülün Sözü - Brenda Joyce Kitap Yorumu


    Düşmana esir düşen güzel bir prenses, tehlikenin ortasında arzu ve sevgiyi bulabilir mi? İskoçya'nın asi ruhlu prensesi Mary, Norman işgalciler tarafından, kimliği bilinmeksizin kaçırılmıştır. Güzel olduğu kadar inatçı genç kadın, kim olduğunu düşmana açıklamamakta diretmekte, sadakatinden ödün vermemektedir. Güçlü bir Norman lordu onu kollarına aldığındaysa tutkunun ve umudun gücünü keşfedecektir.                               Hayatını ülkesine adamış soylu bir savaşçı, mantığına değil, aşka güvenmeyi başarabilir mi? Savaşlarla katılaşmış, cesur şövalye Stephen de Warenne, fethettiği her şeyi kanının son damlasına kadar sahiplenip savunmakta kararlıdır. Buna, ruhunun en gizli özlemlerini uyandıran, altın saçlı esiri de dahildir. Genç savaşçı, Norman ve İskoç topraklarını kasıp kavuran çatışmaların ortasında, aşkın ateşinin savaşınkinden çok daha parlak olduğunu anlamaya başlayacaktır. Yalnız ruhların ve parçalanmış ülkelerin kaderi âşıkların ölümsüz yeminiyle değişebilir mi? 

   

     Uzun zamandır bir romanı bu kadar çok beğendiğimi hatırlamıyorum. Tabi kapağının çirkinliği konusuna girmek dahi istemiyorum. Roman sanki muhteşem yüzyıl izliyormuş hissi veren bir orta çağ romanı. Bunun sebebi de Brenda Joyce der susarım. Bu kadının şu zamana kadar beğenmediğim romanı yoktur. Bu romanı da ne kadar översem öveyim az kalır. Kitabın içeriğine değenecek olursam:
     Kitap 1093'lü yıllarda geçiyor. O zamanın iskoç prensesi Mary, bir gece vakti köylü kıyafeti giyerek saraydan ayrılıyor. Tabi amaçı çoçukluğundan beri aşık olduğu nişanlısıyla kaçamak yapmak. Ama canım iskoç prensesini köylü sanıp norman askerleri ele geçirmesin mi. Tam askerler Mary'i paylaşamazken, herkesin Kont'un piç oğlu olarak adlandırdığı,  
Stephen de Warenne yaralı bir halde onu askerlerinin elinden kurtarır ve kendine alır. Karakterlerimizin ilk karşılaşmalarından sonra Stephen onun basit bir köylü olduğuna inanmaz ve Mary'i ne olduğu konusunda sıkıştırmaya başlar. Asi prensesimiz tabi ki ne olduğunu itiraf etmez.
   Stephen da başka birinle nişanlıdır. Bir şekilde Mary'nin iskoç prensesi olduğunu öğrenir ve onunla evlenmek ister. Mary'nin babası ne kadar evlenmelerini istemese de Mary ve Stephen evlenirler. 
   Daha fazla derine girmeyim çünkü bu sadece olayların bir parçası.  Yazar kitabı ince ince işlemiş sanki. kitapta o kadar çok olay ve karakter mevcut ki.Bu kitap bence en güzel Brenda Royce kitaplarından güzeldir. Tabi yazarın her kitabı güzel de bu başka. Bence kesin okumalısınız :)

                                                                                 10/10


Muhteşem bir kırmızı gül...
Genç kadın şaşırarak duraksadı. Sersemlemiş bir halde Stephen 'a baktı;
 genç adam tembelce ona bakıyordu. 
"Bunu nereden buldun?"
"Tuhaf  bir durum değil mi? Kış ortasında bir gül. Senin için, benden bir hediye" 


28 Eylül 2017 Perşembe

Bir Avuç Aşk - Brenda Joyce Kitap Yorumu

 
  "Denizlerin belası" olarak ün salmış Britanya Kraliyet Donanması Kaptanı Devlin O'Neill, babasını vahşice öldüren Kont'tan intikam alma arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Malını mülkünü elinden aldığı Eastleigh Kontu'nu neredeyse tamamen yıkıma uğratmış olmasına rağmen, son büyük darbeyi indirmek için doğru zamanı kollamaktadır. Kont'un güzeller güzeli Amerikalı yeğeni ortaya çıkınca gerçek bir intikam fırsatı yakalamış olur.
  Virginia Hughes doğup büyüdüğü ve büyük bir sevgiyle bağlı olduğu çiftliği Yaban Gülü'nü borçlarından kurtarmaya kararlıdır. Amcasının, gerekli parayı kendisine vereceği ümidiyle İngiltere'ye doğru tek başına yola koyulur. Ancak yolun yarısında Devlin O'Neill tarafından kaçırılır. Genç ve güzel Virginia, fidye elde etmek için tehlikeli bir oyuna girişen Devlin'in soğuk ve çıkarcı kalbini de ateşe atmak üzeredir.

 Yazar öyle güzel yazmış konuları ve olayları öyle güzel bağlamış ki hiç bitmesin istedim. Hani bazı kitaplar vardır şöyle kitaptan 4 sezonluk dizi çıkar ya işte öyle bir kitaptı. Kitabın karakterlerine gelecek olursak. 
    Devlin küçüklüğünde babasını gözlerinin önünde öldürmelerini yaşamı boyunca kaldıramamış, babasına öldüren adama kadar sonuna kadar mahvolması için her şeyi yapacak kadar gözü dönmüş ingiliz donanma kaptanı. Virginia ise deli dolu, saf, çok çabuk saçmalayabilen, o zamanın tipik kız anlayışından çok çok farklı bir tarza ve güzelliğe sahip olan menekşe gözlü kızımız.
        Devlin Eastleigh kontuna son darbeyi indirmek için Virginia'yı kaçırıyor. Tabi karşısında hiç daha önce hiç karşılaşmadığı bir türden kadın çıkacağını hiç hesaba katmamıştı. Virgina onun elinden kurtulmak için yapmadığı entrika, girmediği kılık kalmadığı başlarda.Baya komik sahneler ve didişlemeler mevcut bu anlarda romanda. Sonra aşık olunca gitmek ve kalmak arasında bocalayıp durdu.
          Devlin onu herkese bayan arkadaşım diye tanıtınca Virgina'na adının çıkmasını dert etmese de içten içe Devlin'e hep kırıldı. Devlin de yanlış yaptığını biliyor ama evlenmeyi yinede düşünmeyen biri. Ne saydırdım o sahnelerde ona. Kızın onun yüzünden başına gelmeyen kalmıyor. Neyse ki Devlin'in annesiyle üvey babası duruma el koyuyorlar.

         Kitap beni baya tatmin etti. Böyle güzel ve karakterlerin bu kadar güzel anlatıldığı kitap çok az artık. Ama yazarın kötü kitabı çok az zaten. herkese tavsiye ederim. Okumayanlar, hep aynı konuyu okumaktan sıkılanlar bu roman sizlere ilaç gibi gelecektir:)

                                                                      10/10





  "Neredeyse kazanacaktım" 
  "Zaferin yanına bile yaklaşamadın Bayan Hugnes. Yaklaşamayacaksın da. Eğer benimle savaşmak istiyorsan o başka." 
  "Bir gün senin mezarının üzerinde keyifle dans edeceğim, adi herif" 
  "Ona ne şüphe."

Ödül - Julie Garwood Kitap Yorumu



     Fatih William'ın Sakson tutsağı Nicholaa, Norman soylularından biriyle evlenmek zorunda bırakılır. Genç kadın eş olarak kendine merhametli savaşçı Baron Royce'u seçer.                                                                                     Becerikli, isyankâr ve tam anlamıyla tecrübesiz Nicholaa hislerine söz geçirmeye çalışsa da Royce'dan etkilenmeye başlar. Savaşın acımasızlığını, tutkunun yakıcılığını deneyimlemiş olan Royce ise bu çekici kadın karşısındaki hislerinin derinliğinden ötürü dehşete kapılır. Ve Saksonlar'ın Norman istilacılar tarafından böylesine ilgi gördüğü bir ihanet ikliminde, Royce ve Nicholaa yeni bir aşka yelken açarlar..

     


    İlk başta kitabın kapağını hiç mi hiç beğenmediğimi dile getireyim. keşke orjinal kapağınla yayınlasaydı yayınevi. Julie Garwood severlerin hepsi çok sevememiş bu romanı ve ben ön yargıyla başlamıştım. Yazarın en güzel hediyem atlı kitabında o kadar sıkılmıştım ki kitap beni bir türlü içine çekememişti. Tabi bunun sebebi o zamanki kötü ruh halimde olabilir :)

   Gelgelelim kitabın konusuna kitap 1060'lı yılların ingilteresinde geçiyor. Royce yüzü savaş yaralarıyla kaplı güçlü mü güçlü, adaletli mi adaletli kısacası adam gibi adam ve Nicholaa'nın kalesini ele geçirmek için kraldan emir alıyor. Kaleyi de ele geçiyor ve ilk işi kralın bir şövalyesine ödül olarak vereceği Nicholaayı aramaya başlıyor.
    
    Nicholaa, Allahım ben hiçbir tarihi aşk romanında bu kadar kurnaz ve elinde sapanınla savaş meydanlarında cirit atan bir kadın görmedim. Savaşın ortasında Royce'un aklını başından alıyor ama gerçek anlamda :) sonra Royce'u  Nicholaa'nın ikiz kız kardeşi ve rahibe olduğuna inandırıyor. Tabi daha bir dizi olay geçiyor başlarından. 
   
       Kral daha sonra Nicholaa'dan evleneceği kişiyi kendisinin seçmesini istiyor. Sizleri bilmem ama bu kitapta en sevdiğim sahne bu olaydan sonra meydana geliyor. Ben kitabı çok beğendim ve sizi de tavsiye ederim.
                                                    
                                                                    10/9



   Dikkati yalnız bir erkeğe yönelmişti. Royce'a. Royce uzak duvara yaklaşmış çok sıkılmış ve uyumak üzereymiş gibi görünüyordu. Ama yine sabit gözlerle Nicholaa ya bakıyordu. Ona yaklaştıkça endişesi artıyormuş gibi görünüyordu.
   Nicholaa Royce ulaşıncaya dek kalabalığın arasınra ilerlemeyi sürdürdü. Royce ile arasında bir adımlık mesafe kalınca durdu.
      Nicholaa onu başıyla selamdı, "Royce?
 "Evet, Nicholaa?"
Royce'a yaklaşmasını işaret ettikten sonra parmak uçlarında yükselip onun kulağına fısıldadı.
"Şah mat"

25 Eylül 2017 Pazartesi

Tatlı Tuzak - Rita Hunter Kitap Yorumu



 Şiddetli yağmur yüzünden kabaran dere, Sedgwick'lerin evini kasabaya bağlayan köprüyü seline kattığında, kimse olacakları tahmin bile edemezdi. Grandoor Dükü Connor Tracey prensipli bir adamdı. Çapkın olabilirdi ama evli ve tecrübeli kadınları yatağa atmak sayılmazsa, kimse bir ahlaksız olduğunu iddia edemezdi...  Fakat günah kadar çekici, melek kadar güzel taşra gülü Claire'in odasına, gecenin bir yarısı onu rezil etmek pahasına girmeye karar verdiğinde tüm prensiplerinin ve erdemlerinin birkaç kadeh brendi ile yok olup gidecek kadar zayıf olduğunu görecekti.  Ancak bu kendisiyle yaptığı bir iç hesaptı... Asıl hesap ise o meleğin değil de, erkek kılıklı arkadaşının yatağında uyandığında vereceği idi... Evet, kesinlikle Tanrı'nın oyununa gelmişti... 
  Elisha Clewland erdemleri olan bir kızdı. Işıltılar saçan bir güzelliği ya da kasabanın erkeklerini baştan çıkartan bir cazibesi yoksa da dürüst ve gururluydu. Fakat yolculuğu dönüşünde kasabalarında mecburen konaklayan soyluya ilk görüşte âşık olunca hiçbir zaman yapmayacağı bir şey yaptı... Nişanlı arkadaşının odasına girmeye niyetlenirken odaları karıştıran adamı, sadece kendisinin bildiği bir gerçekle aydınlatmak yerine, yalan söylemeyi tercih etti. 
Bunun için cehennemde yanması gerekir miydi?


    Gelelim kitap hakkındaki düşüncelerime ve yorumuma. kitabı bitirdiğimdeki düşüncem keşke böyle yazarlar senaristlik yapsalar da televizyonlarda kore uyarlamalarını izlemekten kurtulsak. Kitapta o kadar çok olay var ki insan okurken sabahlayıp, ne işi ne de dersi düşünebiliyor. Yani bu kitap bir dizi olsa kaç sezon olur Allah bilir. Ben çok çok çok beğendim. Hatta ben bu kitabı dönüp dönüp durmadan okuyabilirim. Bir çok yabancı yazardan daha iyi yazmış ve çok iyi kurgulamış Zeynep Avcı.
    Çoğu romanda alışmışlardır okurlar dünya güzeli ışıl ışıl kız ve yakışıklı bir erkeğe. Bu romanda o yakışıklımız mevcut ama kızımız başlarda güzellikten yoksun en azından kocasının gözünde. Bunun sebebi de annesinin bit uğruna Elisha'nın saçını erkek gibi kısacık kesmesi. Tabi Connor Elisha'yı beğenmiyor ilk gördüğünde çünkü onun arkadaşı oğlumuzun dikkatini çeken. Eee ne demişler hesapta olan değil, nasipte olan çıkarmış insanın karşısına. Bir dizi tesadüf zinciri sonrasında Elisha ve Connor evlenirler zaten hikayede benim gözümde bundan sonra başlıyor.
    İlk zamanlar Elisha çok mutlu tabi Connor'un kalpsiz, sert, kendine karşı vurdumduymaz olduğunun fakında değil. Çok gözyaşı döküyor Connor uğruna ondan gelecek bir parça sevgi için...


10/10


"Neden normal olamıyoruz" 
"Normal olabilmemiz başından beri mümkün değildi Elisha..Seninle olmaz." 
"Deneyebiliriz" 
"Seninle hiçbir şey denemek istemediğimi  anlamayacak kadar mı kendine güveniyorsun"